Ana içeriğe atla

Şiirler

Düş müydü?

 

1.

Hangi yalnızlık bu? Aşıboyalı evleri,

küf rengi kedisiyle geçmişe dönük, bungun.

Çürük bir iple avluya açılırdı kapı,

ot bürümüş taşlıktı, yüz değmemiş çarşaftı,

hüzünle mavi oyalı ve cılız ışığı

kandilin, kap kacak, haylazlığı kurumamış

sabunların. Hangi yalnızlık bu? Bir tas şerbet

gibi, saz benizli kızların sunduğu akşam!

 

2.

Gece! O uzun mumlarla aydınlanırdı sofa,

solgun yapraklar gibi uçuşurdu kadınlar

odalarda, sedirde yorgun adamlar, tüten çorba,

bölünen somun, çatal kaşık, ağlayan bir çocuk

beşikte, yoksul çıngırağı kapının, konu

komşu, doygun uçuk, tanıdık yüzler eşikte,

düşsel gemilerle yolculuk, kahve falında,

mutfakta koyulaşan o pekmez, ekşi gece!

 

3.

Düş müydü? Eski aydınlıkla pencerede,

yüklüğe tırmanırdı güneş, arsız gölgeler

çardakta, o gizem, akasyalar, fesleğen, o

çivit mavisi sardunya, zamanın tortusu

küplerde, uykulu yüzlere çalınan o su.

Düş müydü, maviyle algıladığımız o kuş?

Bir ağaca bakıyoruz, o dal, o yaprak, o kök,

düş müydü? Çayımızın buğusunda hep o gök!

 

 

4.

Tozlu bir yolu geçerek inerdik çarşıya,

kim bilir hangi susuzluğun rüzgârıydı o

göksel ağaçları savuran? Kesme taşları

sokağın, gölgede boynu bükük bir at gibi

uykuya dalardı tekne, çeşme miydi gök

gibi uzayan? Kırsal kokusu dükkânların!

Bir yüz silinmiş bellerden, bir kadın kaç kez,

kaç kez kendini yineleyen, göğe bakardı.

 

 

5.

Nerdeydim? Hangi zamanda? Savrulmuş yazların

sıcağıyla vururdu saatler. Bir görünüp

bir yok olan kargaları umutsuzluğun, kim

bilir, kimdi onlar? İzbe, sarnıç, o yanyana

dizilmiş kovalar, yorgun ırmaklar gibiydik

mevsimsiz; ovada, ağaçta, kuşta. Ne oldu

bize! Kimin bu kırık küpler, çöken bu tortu!

Nerde elin? Hangi yalnızlık bu, hangi korku?

 

 

 

Peri Çıkmazı

         

Böyle durumlarda, hayâl, hatıranın yapamadığından daha fazla baş döndürür.

 Gide

 

içsel çağrı

 

'Unut!' diyorum, kendime. Taşa sızan kertenkelenin ıssızlığıyla, kokusunu o aldanışın, 'Unut!' Sonra her şey yeniden, yeniden sokuluyorum gözlerinin buğusuna.

'Sar beni!' Kendi göklerimi sana veriyorum. Havalanıyor tüm kuşları tenimin, usulca vuruyor dalga. 'Sar beni!' Devriliyor bayrakları kulenin, akşam bir sudur dökülen testiden, çanlar ülkesine gece iniyor sözcüklerin prensi:

 

Seni, su, seni, ağaç, ne çok, iskemle

bilsen, ardıç, seni, düş, seni, orman

seni, bulut, ben, yelkovan, seni, sus

seni, ahh!, seni, tik tak, seni, A, seni

U, ne çok, E, seni, ses ....... seviyorum!

 

Ne bir yaprağın hışıtrısı, ne bir hıçkırık sofada.

Boşalan zembereği saatin, kör bir aydınlığa çiziyorum yüzünün atlasını. Seslerin dilini boğmak için seviyorum,  sözcükleri ve seni.

 

(Anımsıyorum, duymak için yeniden, parmaklarını avucumda.)

 

 

1. öncelikler

 

Küçük fesleğen! Akşamla geldi o. Esmer bir fısıltıydı, dokunan dudağına geleceğin. Adını söyledi bana, denizin temmuz-kuşu. 'Sakla beni karanlığında, ey yoksul tansık!'. Güneşin ölümsüzlüğünden konuşuyorduk. Uzak bir bulutun yansıdığı aynadan bakıyordum O'na. O'na bakıyordum, unutmak için zamanın sancağını. Oysa (iki göz) durmadan çalıyordu, maviliğini Gece'nin. Durmadan dönüyordu tepemizde ay. Seni O'na bırakıyorum, küçük fesleğen. Anımsanmak için bu!

 

Nereden geliyordu bakışların serinliği? Yüce bir çınarın gölgesinde her şeye soyunabilir insan. Denize, o dönüşsüz yitim! O eski derinlik, beni sen anlatıyordun. 'Ey kendimize yakışan oyun, seni bozmak istiyorum!' Nasıl anlatıyordun beni, suyun kıyısında? Nerdeydi değişi, tenime o yalnızlığın? Onu soruyordum aslında. 'Anımsa!' dediğini duyuyorum sesin. Nasıl da tanıdık! Yolculuk gibi, renk gibi, toprakla içli dışlı, doygun ve düşsel. Başlamadan bitseydi yolculuk!

 

Akşamlar! Ey eski cümbüş! Usulca geçiyorum tozlu patikanızdan. Beliriyor avlu, gül bahçesine açılıyor gönlüm. Koynundayım yine, suskun ve kimliksiz. Zamanlar bir uçurtma, ipini kopartmış, kendimi o kuyulara salıyorum. Kuytu gecelerde seni özlüyorum ey tuz! Yak gözlerimi, tenime bulaş, bırak artık ruhum seninle oyalansın, bırak! Biçim ol, anlam ol, çarmıhına ger beni yeniden. Yalnızlık kavursun sıcağınla beni. Kösnüyle sevişsin harfler, sözcükler ve gövdem tümcelerle, çılgın.

Susma, ey içimdeki delikanlı şeytan!

 

Ey mevsim, şatolar ey! Çözdüm gizemle sıvalı sözü. Gün ve gece. Yan rüzgâr, yarı ipek. Bin yıllık ipek! Devrik bir kral gibi kendimle kaldım. Dokunuş; sessizliğe çizilen o büyülü anahtar! Aç bu hantal kapıyı, vurmaktan ellerim kanadı. 'Aç!', diyor ses 'Aç!'. Bayraklarını çek kuleme, çalsın sevdanın deli çanları. Ey kendini yok eden büyücü, kimsesizliğin mevsimi ey! Seni ey mayıs-uçurtması! Kopar ipini yalnızlığın, akşamın koynunda esrik ol!

Unutmaya giden yol açık!

 

 

 

2. uçurumlar

 

Meyve ölmezse, yalnız kalır.

 

Yazın koynundaki gizemli gülücük, aşksızlığı kadın ve erkeğin. Hepsini gördüm. Yabanıl susayış, hırçın mavi gözleri O'nun.  Çekip gitti hepsi de. Çitten atladım, dama sıçradım, tutundum bulutan yelesine. 'Sevgili kısrağım!', dedi ses.

Gök kocamandır.

 

Dokunmadan birbirine iki yaprak, sustum, kimsesizdi O da. Ölümün ak çarşaflarına sarındık, unutmak için büyük yalnızlığını tenin. Ölüm! Senin kolların olsun çalmayan çıngırağın adı. Seni kendime eş seçiyorum. 'Bırak yakamı ey uyku!', diyor ses/sizlik.

En büyük yanlış daha yapılmayandır.

 

Her şeyin rengini gördüm, mutlu olamadım. Bırakın beni şimdi, yalnız gideceğim. Değiştireceğim rengini her şeyin. Akşam yeşile çalacak bu kentte, gök san, denizse apak. Değiştirmeyeceğim rengini her şeyin. Doğa nasıl da yoksul! Tanrım, renkler ne denli az! Siyah bir hayalet olacağım en fazla!

 

 

'Ey yalnız, bu çöl O'na çıkıyor!', diyor ses. Gözlerine senin, o büyücül sonrasızlık. Senin için her şey, lavtadan sızan kan, ansızın kırılışı tahta atın, engindeki korkunç maçakızı, her şey senin için ey başka dünya! Absent; senin için dökülüşüm, ırmağına aşkın!

 

Gece yerde sürünen bir kedidir o. Dokundum O'na bir karanlık çizgide. Ölü sularında sabahın, ılık ve canlı. Kucakladım, o karanlık çizgide. İnandım, alkollere inandım. Ahh! akşamın gelmesi gibi istemek ölümü, seninle. Bir gölgeyim, 'Güneşi gizle!', o karanlık çizgide. Mutluluk, ey kısa mevsim, ey eskil inanç, ey düzmece rüya, seni Peri Çıkmazı'na gömüyorum!

 

Her şey geçti artık!

 

 

söz

 

Nerdesin?

Şimdi her şey bırakıldığı gibi. Yol. İleri ya da geri.

Ne önemi var!

Ne güzelsin önemsizlik!

Ne güzelsin öncesizlik!

(Her şeyin sözle başladığı yalan!, diyor ses.)

Ey tin!

O ivecen şeytan!

(Her şeyi arzula ve mutsuz ol! Çünkü mutluluğu tatmak, ölmektir.)

 

Ses!

 

(İLK GİBİ SON’dan 1991)

 

 

Birkaç Yolu Bakışın    Oktay Rifat için

 

1.

Şemsiyesiz yazlar gibi irkiliyorum

Geçerken yüzümde bıraktığın izler

Bir akşam bize göre

Bir akşam bizden sonra

Yosunlar gibi söylemeli adını.

 

2.

Sokaktan eve doğru bakarken

Evden sokağa doğru çıplak

Çekilen bir tül aramızda.

 

3.

Elimi tut; ordasın.

Pencereyi ört; sussun satıcılar.

 

4.

Sonra fundalıkta yarım yamalak

Uzakta yanıp sönen lambaya ilişmeden

-Yırtılmış güneşler senin olsun-

Bu patikayı geçmeden yapamıyorum.

 

5.

Uyanmamış trenler, ıssız kamaralar:

Bırak! Dursun saat!

Nasılsa tutuşur denizde saçlarımız.

 

6.

Atlar kişner başucumda

Başucumda ağaç bir bahçe

Bahçedir ev ve sokak. Bak!

 

7.

Konuş, canlansın fesleğen

Açılmamış kitaplar için.

 

Dilimin kanadığını unutmadım!

 

 

Sözün Diğer Yarısı     Melih Cevdet Anday  için

 

Ah! Sesimle gittim sizi, geldiniz

Kapımı çalan ay gibiydiniz

Yok! Uyanıkken.

 

Ah! Bu gezegen çok eski

Bilinen şeyler durağında hepler hiç

Gölgeye tutunur ellerim.

 

Ah! Posta arabasıdır söz

Soyarlar anlamı, açık seçik

Kurur karanfilim Yok’ta.

 

Yağmurdur diğer yarım

Ayrılırım, uzaktan bakarım

Size! Söylemin som atları!

 

Ah! Öldürürdüm ikizimi, eskiden!

 

 

h!

 Cevdet Anday ım!

n.

!

mız.lar

n

es e

Eğreti    Behçet Necatigil için

 

Susardı elleri düşüncenin

Ama şimdi bakışmalar. -akşam saatleri.

Oysa biliniyordu

Odalarda. -kâğıtlar, kibrit kutuları.

 

Birden soğumuştum yalnızlıktan

Yakınmalar, sakınmalar

O mavi gerginlik

Karanlıkta ordan oraya kaçışmalar.

 

Oysa hep sirklere çıkardı sabah

Ev yırtardı penceresini sardunyanın

Ben sesimi! odalara kitlerdim

Bir telaştı geçti, unutuldum.

 

Ne kadar gitsem, hep dönüyorum.

 

 

Düşölüm Kuyulara     Metin Eloğlu için

 

Ben de mi böyle, ansızın

varlığımdan yokluğumdan habersiz

taştan taşa sıçrayarak

geldiğim gibi karış karış

gidiyorken, salkım saçak.

 

Bekliyorum, oysa konu - komşu

Jaccottet zaten yaşlandı

yelek cebimden düştü Bouchet

Dupin yaşıyor mu, izini yitirdim çoktan

Laude inatçının teki, köpeği hep havlıyor

yalnızım, bildiğin gibi.

 

Bu kuyu ancak böyle dolar

eli kulağında, kızoğlan kız, dımdızlak

gideceğim, bana göre değil başlamak

sondan geliyorum

ıpıslak!

 

 

 

Söz Gömülür, Fagotla…    Akif Kurtuluş için

 

Her şey kırılabilir, kırkikindiler de, güvercinler

Üşüşür aşk durağıma, açılmamış bir mektup olurum

O an, limanda Mayıs’lar uzar, çekilir saçlarım

Yalan, susmaz ki söz, gidilir.

 

Her şey taşınabilir, kirpikler de, bir vapur devrilir

İki mermi öpüşür güvertede, saat on iki, ölürüm

O an, kasaba mahmurluğudur kalbim, boynum

Tetik, susmaz ki söz, bilinir.

 

Her şey terkedilebilir, kâğıt da, ünlem devrilir

Anlam uyur, bir çocuğun anıları silinir

Karatahtadan, gece uzar, gölgelenir dilim,

Susmaz ki söz gömülür, fagotla!

 

 

 

Requem

 

Bu dünyadan gitmenin yolu yok!

 

I.

 

Dönsem bir şeyler umarak, dönmesem kim sürer ayak izimi, benden başka? Son katın da tutulduğunu bilmesem, bu gövde kendine kiracı, demlenir.

 

II.

 

Dönerim bir gün, dar gelir dünya. Kalsam giderim buralardan, gitsem oralarda kalırım, yarım.

 

III.

 

Parmaklarımdır tarih; mürekkep ve hokka, o gri kalem, yazsam hep sarmal-gece. Kim bilir hangi kapıdır, geçmiş dolunaylar; çalmayın! Açılmaz, kendime yazdığım mektuplar!

 

 

IV.

 

Çeksem tetiği, kimseler ölmez. Kuşatır eşyanın yılgınlığı; siyah! Gitgide uzaklaşan kent rüyasıyım. Kendine saplanan ok olurum, yok olurum; ölemem!

 

 

(SİYAH EŞYA’dan 1994)

 

 

 

Beyaz K’ağıt

 

1.

 

Kalp büyük bir boşluktur; kâğıt da öyle...

Alışmalısın karanlığıma -yazdım bunları;

Yazdım diye soyunuyorsun: sesimle -dalgın.

Satır araları beyaz, ne çok yara! ne çok siyah!

Sömürüyorum çıplaklığını, denize benzer yanlarını.

 

2.

Okudukça büyüyor gövden; koltukaltında billur

Semenderler yatıyor -düşüyor göktaşları,

Sömürüyorum seni; yazılmayacak bir kitap için,

Gözkapağından öpüyorum -ne zamanı, ne yeri;

Yüzey-karalanmayı bekleyen sırt; beyaz ve derin.

 

3.

Köpekler uluyor -sesinde; çoban hep uyuyor,

Onlara istediklerini veriyorum, geçip gidiyorum

Uzun bir çizgi gibi; kitaplara yazılan -duruyor an.

Ben sayfaları atlayarak okuyorum artık; zaman az,

Sen yeni bir şey'e gidiyorsun -kâğıt beyaz; yaz!

 

4.

Sesine alışıyor kulağım; sesimi ceviz sanıyorsun,

Sınırda mermiler sekiyor -uzun entariler giyiyorsun.

Yalan söylüyor şiirler; ne yazsam ezberliyorsun. Başım

Düşse göğsüne, sıçrayarak uyanıyorsun; parçalanıyor gece,

Yazmak ölüm geliyor -dilim çorak; dilim adın; dilim toprak.

 

5.

Yoktan gelip bana duruyorsun, ben evimde çürüyorum;

Neye tapsam sen sanıyorum; bir tokat gibi iniyor beynime

Ağırlığın, açlığın -yazsam olmaz; var'dın, sanıyorum.

Değsem uzak; belki de yakın -zaman ölüm gibi, geliyor,

Koynuma. Zaman ölmek; zaman beyaz; k'a ğ ı t.

 

 

 

Asıl Eşik

1.

 

Yorulduğumda sözcüklerden, kuşlara, bulutlara, sokağa ve yangın tenine senin –gizlenirim ve örtünerek başlar gece, soyunmak için. O kaplan dilin, yutar beni –kuyulara, kuytulara, asıl eşiğine kasığının –gizlenirim.

 

Yorulduğumda sözcüklerden, tanınmam, yakınmam, sakınmam izlerinden –gizlenirim ve dökülür birden tümcelerin ateşle, sürahiden dökülen şerbet gibi içime –gizlenirim.

 

2.

 

Yorulduğumda kendimden, sazlık gülümser, çeker içini çamur, dinmez ağrısı gölün –gizlenirim ve sustukça düşer aklıma imbat, sevmek için; bir daha! bir daha! bir daha! –gizlenirim.

 

Yorulduğumda kendimden, terk eder sesim beni, ellerim; boylu boyunca iki kılıç; bir daha! bir daha! bir daha!  Çek beni içine ey yoksul boşluk! –büzülürüm, yastığım olur göğsün –gizlenirim.

 

3.

 

Yorulduğumda senden, sen olurum, son olurum, som olurum, sığmaz hiçbir yerime varlığın, renk değiştirir yaprak, sen biraz daha ırak; özlerim eski bir şarkı gibi uzayan yerlerini –gizlenirim.

 

Yorulduğumda senden, başlar ve biter o hain ıslaklık. Araya girer gözlerin ve mesafeler –gizlenirim.

 

Yavru bir tavşan gibi uyurum eşikte.

 

 


Dudak Külleri

Ateş! Yerle bir eder ipek suyun, içimi; o dudak! Devrilirim yolunu yitirmiş kervanlar gibi –sana. Ölü bir yanardağ canlanır ortamızda.

 

Ateş! Her şey bir diş izi gibi –kalır– hayatlarımızın mahur tentesinde. Kendini eskitmiş gençliğim uyanır; uyanırız uzak yastıklarda.

 

Ateş! Düşer ve döner başladığı yere, o ebruli derinliğe, o hercai benzerliğe –tutsak. Isırırız elma’sını, gizli bahçenin; bahçeler kanar!

 

Ateş! Delicesine, yeniden, iştahla, baştan ayağa, yalayıp yutulmuş bir cennet meyvesidir nasılsa, nasılsa kuzeyde geceler buz, güneyse; an. –Dayan yüreğim!

 

Ateş! Yaprak gibi titrediğimiz o gri oda, odaların kimsesizliği sanki avuçlarımızda, terleyen bulutlar; gözlerin –birbirine değdiğinde bir şeyler; şeffaf ve korkak.

 

Ateş! Geceydin beni öperken  –geceyle, yolcunun öpüştüğü hazin delta; uzağımsın

–yatağımda – yoksan ve ordaysan; sesim bir sarnıç, aktıkça içime, boğulduğum  –yitirdiğim hazin harita.

 

Ateş! Bir çiftlik uşağı gibi yanaştım otağına  –volkanımdın, ot bürüdü yatağımı senden sonra; deha aşktır biraz da. Biraz da senden bana kalan; kül!

 

Ateş! Anma beni ey ölüm, adımı, adımın hoyratlığını, yazma o eprimiş kağıda  –o kâğıtlar ki yırtardım eskiden  –sözcükler yaşamazmış; nasıl da yanıldım! Yanıldım; aşkın dudağı kara, karanın kalbi sen. Bir dua indir dudağıma, dudağın uzağım benim  –yasağım. Dolaş kanımda!

 

–Tanrım, nasıl da yanıyor harita!

 

(ÖTEKİ SAHNE’den 1996)

 

 

 

Nedendir unuttuğum

bu yürek sızısını

sessiz ovada?

 

Bir kapı gıcırtısı gibi

giriyorum kağıda.

 

***

 

Biz uykudayken

ay da yürür

bir bulut çarşafa dolanır

uyanırız kitaplara.

 

***

 

Bu yaz gününde

kuşlardan başka

sözcükler uçuşuyor

bahçede.

 

***

 

Suspus olmuş çiğ damlası

yaprağında ağacın;

bir bulut geçerken gözlerinden

sabahtı ve güz.

 

***

 

Senden geriye kalan

çiçek tozları

avcuma konuyorlar

güneşle.

 

***

 

Sis bastı yine

yoksun

arılar bir de.

 

 

***

 

Yaz güneşi vuruyor

iğnelerine çamın

yüreğim siyah buz

aman!

 

 

(AY İÇİN KÜÇÜK ŞEYLER’den 1996)

 

 

 

Tincturaauri

 

1.

O yaprağı yerine koy! Mevsimler bilmez

tadını şarabın, o köhne ay da yorulur

susmaktan, kim bilir kaçıncı teknedir

batan bu sularda, bu sularda kurulur

pusu; döner kendimizden kendimize dil!

Bir çeviri yanlışıdır, yuvasını yadırgayan

dokunuşlar ve kuşlar, başımız eğik,

geçeriz akşamın hanlarında uyuklayarak

ve çalar tepemizde o ürkünç çan!

 

Sonra ayağı kırık bir iskemlede geçirilen

loş saati güzlerin, sereserpe yatılan

toprak, yapışır avuçlarımıza ölgün kil!

Kim bilebilir, belleğimizdeki göçmen

kuşların gittiğini, kim bilir hangi diyarlara

ve beynimde durmadan kanayan yara,

baktıkça eskiyen yüzüm, son alışkanlığım,

som akışkanlığım, bendim o kadırga.

 

 

2.

O sözcüğü yerine koy! Kitabın içinde tut

yasını, iğne deliğinden geçir her şeyi; sesimi,

sanma ki söylenmedi deniz gören odalarda

aktığımız bir yastıktan bir yastığa, elimden

tutan tek heceli taş, düşerken kör kuyulara.

Ters çevrilmiş bir kayık ol, ne olursa o zaman

olsun, albatros yaralansın bakışlarınla, göze

güzel görünsün ahtapotlar, eşele toprağını

bu hepimizi katleden ülkenin, beynim ve

dilim, nasıl da kanıyor ahh!

 

Sana gelince ey cani okur!

Kolla kendini, koru tenini benden,

ey uyumlu aşkların egemen böceği,

tinim bir kara kasırga; susma! Sana göre

değil bu doygun zaman, seyrek ve garip

bir mürekkeple çizilmişsin sen; bulutsu!

oysa pervanedir şair ahh! Yaklaştıkça

uzaklaşır şiir; koru kendini!

 

(GÖL FELAKETLERİ’nden 1997)

 

 

'Otherness'

 Çok yazdım, yarı ömrüm başka

Ben'de geçti . Yorgun düştüm, ok

Fırladı yaydan, yaklaştım çok

Yok'a, terkedilince öte-aşka!

 

Uçtu göğümde yanlış-anka,

Çorak topraklarda saldım kök,

Çok yazdım, yarı ömrüm başka!

 

Saatler zor artık, abluka

Altında kâğıt; yoz patika!

Yıkıldı evim, o billur köşk...

Yazarsam yırt at, üstümü ört!

Çok yazdım, yarı ömrüm başka!

 

 

'An infinite repulsion'

 Kalırsa tuzu kalır denizin, sizin olsun!

Yapraksız ormansınız siz, çölsünüz serapsınız,

Küskün ay türküsüyüm ben, hesapsız kitapsız,

Siz düş eşkıyaları! Kalbiniz kara yosun.

 

Kemirin artıkları, aşkın içini oyun,

Sizden geçtim ben, sona vardım, uçsuz bucaksız.

Kalırsa tuzu kalır denizin, sizin olsun!

 

Sizin olsun dokunduğum ten, saçtığım efsun,

Dilim sus! Bu kendime ayırdığım son kurşun!

Ne yapsanız, benden gayrı yazlar size hep güz,

Yolum toz, içim tez; yazdım! size kalsın söz...

Kalırsa tuzu kalır denizin, sizin olsun!

 

 

 

 

'A king in exile'

 Sür beni zora, krallığım sana az gelir,

Sen gül eğlen, yalan sularda bu ten arınmaz,

Derdim çağırır beni sana, ki gelsem olmaz,

Soldu gülüm mevsimsiz, belki sana yaz gelir.

 

Yine yuvarlandı kaya, delindi dağ; sihir!

Dört duvarım var benim, içim içine sığmaz,

Sür beni zora, krallığım sana az gelir!

 

Yeter tutuldu bu dil, elim ayağım zincir,

Yazıya geçmez söz, ki nafile bu naz niyaz.

Kuruldu giyotin, başlıyor mutlu infaz,

Olsun varsın, gül kokar bana saçtığın zehir.

Sür beni zora, krallığım sana az gelir!

 

(ALACAKARANLIK’tan 1999)

 

 

 

 

Mürekkep Lekesi 

1.

 

Değişiyor rengi kağıdın

kırlangıcın kanat çırpıntısıyla;

… bana doğru

 

kaynak kuruyor

-hayat gibi

 

sonra duruyor saat.

 

2.

 

Bizim aramızdan geçen şeyler

dönüşüyor başka şeylere

sızıyor tene, daha derine;

-uzarken gölgem

 

ak ağaçlar yanıyor

göğe doğru.

 

3.

 

Oysa çıkmıyor hiçbir yere

ne doruğa

ne yamaca

dönüp durduğum yol;

bir kaldırım

taşı

gibi

-sözcüklerle.

 

4.

 

Biraz yeşil katmalı güneşe

harap cümleler için

içinden geçilen aylar

olmalı;

… sana doğru.

 

5.

 

Gece

bir

çerçeve.

 

6.

 

Kurur belki böylece

bu kapanmayan yara

bu ipeksi kanama

bir mürekkep lekesi

gibi

yakamızdan süzülüp;

-bahçeden sokaklara!

 

 


Boş Küfeler

1.

 

Bir fesleğen demetiyim

-sise çalışan

Düşen uzak bahçenize bir göktaşı

 

unuttum

(ve)

başladım;

-benden sonrayı.

 

 

2.

 

Birbirine yaslanıyor her şey nasıl da;

-su kıyıya

-kıyı çakıla

(ve)

işte artık

baştankara bir gelecek

biçiyorum sana

ince belli

bardaklar gibi.

 

 

3.

 

Seviyorum şu sırtıma

saplanmış bıçağı;

beyaz kanatlarını ölü kuşların

-boyuyorum…

bir parça dünya

bir parça ırmak

biraz da vasiyet:

 

Aşk işaretleriyle sarmaş dolaş.

 

4.

 

Birbirinden uzaklaşıyor her şey;

-su kıyıdan

-kıyı çakıldan

(ve)

işte artık

bitiriyorum

benden önceyi;

günler sayılı.

 

5.

 

(ve)

orda

(o göz gözü görmeyen saatte)

okunmaz olacak yazım;

içi boşaltılmış

küfeler gibi

bir kenara

-atılmış.

 

 

(HEPSİ BU’dan 2010)

 

 

Her şeyin sırası gelir bir gün. Sen yap sadece.

 

Çizgi üstüne çizgi koy. Yapmak budur.

 

Aradan bak. Gördüğün başkadır artık.

 

Kimseden vazgeçme; kendinden bile...

 

Biriktirmeyi öğrendiğinde, eksilteceksin de!

 

Yarım bırak! Tamamlayan çıkar nasılsa...

 

Yolu bil yalnızca; bulmak için... Kaybol!

 

Örtmek açmaktır biraz da, başka şeyleri...

 

Acının rengi olmadığını öğren, unut sonra.

 

Bitirmek için başla; başlarken biter çünkü!

 

Ve ordasın işte; en koyu açıklıkta. Kuytuda.

 

Boşluğu sona bırak... İlk ölümcül olsun!

 

Kahramanlar mezara sığmaz! Çizgiler de öyle...

 

Tek başına kal... Kalabalıklar içinden geçsin.

 

Gizini çözmelerine izin ver; yetenek budur.

 

Sonra gizlenirsin yaprağın arasına... Gölgeyle.

 

Doğrunun yanında ol. Yapıtın açık olsun!

 

Yol üstünde kal. Yolda kal; yollamak için başkasına.

 

Benzerini arama; o sensin! Sınanmak budur... Deney budur...

 

Yaptığın bina sallansın, bırak. Devinim her şeydir.

 

İçten dışa, dıştan içe eğil; ordadır zemin...

 

Kafesini sev! Kuş uçar bir gün... Biz kalırız.

 

Kâğıt ağırdır, kalem tüy. Sen başladın, ben bittim.

 

Işık değiştirir nasılsa. Sen koru yerini...

 

Cevapsız soruyu aramaya çık. Sonrası kolay!

 

Keramet el’dedir. Elde değildir unutmak...

 

 

(YAPRAK ARASI SÖZLERİ’nden 2005)

 

 

Şiir Sanatı

 

Çamlığa doğru yürüdüm, tümceye vardım;

şiirin içine…

Kâğıt inledi, bir yaprak daha çürüdü;

şiirin içine…

Sana doğru baktım, yağmur oldun damladın;

şiirin içine…

Sözcükler fısıldamış sanki, rüzgâr girdi sandım;

şiirin içine…

Derken çakıl taşlarını topladım, koydum;

şiirin içine…

Üşüdü kavramlar, ateşi körükledim;

şiirin içine…   

 

Dağa doğru yürüdüm, düşe durdum;

şiirin içine…

Gün bitti ne gam!, gerçek diye yazdım;

şiirin içine…

Toz aldı genç kadın, nedensiz bir ezgi sızdı;           

şiirin içine…

Kalp kendine küskün, kim derdi ki;

şiirin içine…

Gölgeye durdu adam, giden kaldı;

şiirin içine…

Kır uzaktı artık, çocuk sustu;

şiirin içine…

 

Ben size sazlık, göl yatırdım;

şiirin içine…

O tekinsiz imla, o kitapsız günler;

şiirin içine…

Alevler içinde bir geyik, utandım sizden;

şiirin içine…

Yangın değil cinnet bu, ölü şairler;

şiirin içine…

Döndüm başka biçime, içime;         

şiirin içine…

Hiç’inden geçtim ben iç’in, vardım;

şiirin içine…

 

 


Klasik


Ölüler geziniyor tümcelerin arasında

sözcükten sözcüğe sıçrayarak

bir çalım atarak düzyazıya

boşluğun ruhunu okşuyor ölüler.

 

Ölüler fır dönüyor kâğıtlar arasında

yapraktan yaprağa konarak

köke iniyorlar meleksi bir sabırla

toprağın nemini öpüyor ölüler.

 

Ölüler yanaşıyor limanlara usulca

gemiden gemiye türkü söylüyorlar

yosundan midyeye, oradan gömüye

denizin tuzunu içiyor ölüler.

 

Ölüler sızıyor derken içimize

ta içimize işliyor noktaları, virgülleri

harften harfe yürüyorlar ağır aksak

yazının alın terini siliyor ölüler.

 

Ne kalırsa bize; işte o

bize benziyor ölüler…

 

 

 

İmla Kılavuzu


Son noktayı koymadım daha

konuşur gibi giriyorum yazıya

satır aralarımda ne çok hayalet

hepsi tanış, hepsi ölümlü.

 

Son noktayı koymadım daha

bitmedi imlerin ruhla sınavı;

hâlâ kaçışıyor virgüller boşluklarımda

kapı ardına saklanıyor tireler telaşla.

Son noktayı koymadım daha

bitmedi şiirin akılla bilek güreşi

dizelerimden kan damlıyormuş

şapkasız bir a oluyormuş aşk.

 

Son noktayı koymadım daha

bileşik sözcükler inliyor yalnızlık diye

bitmiyor ünlülerle ünsüzlerin eğreti savaşı

yoruldum ben beni seslendirmekten.

 

Son noktayı koymadım daha

ben daha satır başıyım bu yolda

üstüm başım yaldızlı soru işareti

büyük harfle başlayıp küçükle yitiyorum.

 

Son noktayı koymadım daha

uzun bir çizgi gibi geçiyorum içinizden

varıyorum sarayıma tek tırnak

bir ayraç gibi aranızdaydım, köşeli.

 

Üç noktayım sanki

uç noktayım

yokta

 

(ÖVGÜLER KİTABI’ndan 2019)


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Birileri hayatı değiştirecekse bu birileri şairler değil, şiir okuyanlar olacaktır...

  ebruli Latife Tekin’e su duruldu. çalkantı şimdi hangi içdenizde? aç içini. bu nasıl bir baş dönmesi. boşa dönelim öyleyse. başa dönelim. katır tırnaklarına. gölgesinde kundaklandığım o ağaca. elmanın çürüğüne. gel başa dönelim. ağrılı bir diş gibi batarken üstümüzde güneş ve yükselirken sazlığın uğultusu. dibe. göle dönelim sevgilim.   derin kesikler. dilimde. sözcüklerin fışkırdığı. mavi. masmavi. ulu orta ya da güpegündüz. zamanı öteleyen bir kâkül gibi. düşmüş ve çaresiz. bu hangi kuytun senin? dudağındaki kimin öğle uykusu? o derin loşluk. boşluğunda kaç gelincik. kaç öpüş. biz kimiz sevgilim?   kâğıttan gölde yüzelim. yazdıkça silinen. ıslak. ıpıslak. ağzın kadar beyaz olmalı gökyüzü. ısırınca kanayan. derin. toprak nasılsa öyle. kayganız sevgilim. bulutsu. biz çamuruz. o ebruli çukurda. uzakta, çok uzakta. aşk tozuyla sıvanmışız sevgilim. savrulalım hadi.   unut beni. unut beni benini.